30 Mayıs 2018 Çarşamba

Miyav! Kafayı mı Yediniz Siz? - Gilles Regardinier

Konu: Hayatta her zaman yeni başlangıçlara yer vardır…
Aslında Andrew Blake’in, hayatından şikâyet etmek için hiçbir sebebi yoktur. Ne de olsa İngiltere’de yaşayan zengin, başarılı ve güçlü bir işadamıdır. Ama yine de yaşadığı bu hayat onu boğmaktadır. İşten başka bir şey düşünmeden geçen yılları ve yaşının ilerlemesiyle birlikte bu şekilde ölüp gideceğinden endişelenmeye başlamıştır. Artık kökten bir değişime ihtiyaç duymaktadır…
Fransa’da zengin bir malikânede uşak olarak iş bulur. İlk başlarda bu kararın o kadar iyi olmadığını görür. Evin kâhyası Philippe, Andrew’u boğazına dayadığı bir tüfekle karşılar. Sert mizaçlı aşçı Odile de onu, kedisi Méphisto’nun yemeklerini yemekle suçlar. Aslına bakılırsa kedinin maması aşçının çalışanlara pişirdiklerinden çok daha lezzetlidir. Odasından dışarı pek çıkmayan ev sahibesi Bayan Beauvillier ise insanlardan uzaklaşmıştır ama aslında en çok onun yardıma ve yakınlığa ihtiyacı vardır.
Bütün bu alışılmadık karakterler arasında Andrew, yeni hayatında özlemini çektiği duyguları yeniden yaşamak için kararından vazgeçmeyecektir…

Bence... Kapağına aldanıp aldım bu kitabı.  İlk kahkaha kedinin bakışıyla karşılaşınca geldi. Gerisi kitaba başlayınca.

Sabun köpüğü ismini bir türe verecek olsam herhalde pembe dizilere değil bu kitap hangi türse işte artık ona verirdim o ismi. Ciddi meselelere çok girmeden, can sıkmadan, üzmeden, kırmadan, bi yandan da damakta limonata tadı bırakıp ta bitip giden bi kitap.

Kocaman bi konak, her kapının ardından birileri, ve o her birilerinin içinde ayrı bir hikaye. Geçmişinden kaçanlar, geçmişinden kaçamayanlar, ama illa ki iyi insanlar.
Eskiden izlediğimiz Polianna’nın Yeşilçam uyarlaması Ayşecik’in, Gülen Gözler’in,  Turşucuların, Vecihi’nin hikâyelerine benzer, öyle umutlu, öyle berrak bi dünya. Dedim ya sabun köpüğü gibi.

Öyle çok müthiş ters köşelerle dolu bir öykü değil ama güzeldi. Tavsiyedir.

8 Aralık 2017 Cuma

Broadchurch

Konu: "A seemingly calm and friendly seaside town becomes a town wrapped in secrets when the death of an eleven year old boy sparks an unwanted media frenzy. As the town's locals start to open up about what they do and don't know, it falls upon the police to catch the supposed killer."

Bence... Yani aslında senaryo öyle çok da orijinal bir konu sunmuyor. Klasik "Whodunnit?"(Katil kim?) temalı bi dizi. Bi cinayet ve türlü türlü şüpheli var. Acar polislerimiz son ana kadar katili bulmaya çalışıyor.

Gelgelerim konunun işlenişine...

Bir kere mekan İngiltere. Çekimler Portishead-Bristol'de yapılmış.Mekan alabildiğine dram kokulu, rüzgarlı, denizi dalgalı bir sahil kasabası. Zaten dizide sık sık denizi görüyoruz. Belki dizinin bi başrol oyuncusu değil ama kesinlikle önemli bi yanrolde o güzelim deniz. Her yanda şahane doğa manzaraları, birbirinden güzel gün batımları, gün doğumları.

Sonra hikayenin karakterleri.

Başroldeki iki polisten biri (Alec Hardy-David Tennant), kasabaya yeni gelmiş, süngüsü düşmemişse de epeyce hırpalanmış deneyimli bir polis. Ortağı da (Ellie Miller-Olivia Colman) adam gelmemiş olsaydı o pozisyona terfi edecek olan bir kadın. İkili birbirine olabildiğince ters. Olay yerinde gözleri dolan, eşini ailesini her şeyden çok seven sevecen kadının ve hayatın sillesini yemekle kalmamış, onunla bayağı kafa göz kavgaya girişmiş, yorgun ve asabi adamla uyumlu çalışabilmeleri neredeyse imkansız gibi.

Kasaba sakinleri de başka bir alem. Herkes görünürde pek mutlu mesut yapşıyor ama dizi ilerledikçe görüyoruz ki her birinin geçmişi ayrı çetrefilli. En dürüst görünen karakterin bile üç beyanından ikisi yalan.

Velhasıl kelam her sahneden başka bir şüpheli mesele çıkıyor karşımıza. Broadchurch gibi hikaye de sisten pustan sıyrılmıyor bir türlü.

8 bölüm boyunca soluksuz izliyoruz yalanlarla kuşatılmış hayatları.

Ha 3 sezon ve 8'erden toplamda 24 bölüm değil, 124 bölüm olsa izler miyiz? Hep böyle gidecekse izleriz tabi.

Başroldeki sevgili 10. doktorumuz, David Tennant'ı anlatmaya, ayanı beyana lüzum görmüyorum. Seviyoruz kendisini. İskoç aksanıyla 'Sanbroh' deyişine gülümsemekten kendimizi alamıyoruz.
İkinci başrol Olivia Colman, aşina olsak da tam olarak çıkaramadığımız bir yüz. Ama o ne güzel oyunculuk, o ne tatlı, ne nahif bi insan. Kadın ağlarken sarılası, önüne sıcak bi bardak çay koyup teselli edesi geliyor insanın.

Uzun uzun yazdım biliyorum ama daha söylemek istediklerimin yarısını yazamadım.
Polisiye dediğin illa ki karanlık sokakta kötü adamı kovalayan acar polis değil. Bunun gibi draması, karakter çalışması derin hikayeler diğer türlüden daha çok keyif veriyor.
Şöyle tarif edeyim, televizyondan dizi takip etmekten hoşlanmayan aile bireyleri tarafından bir gecede 5 bölüm izlenerek rekor sahibi olmuştur efenim bu yapım.

Ben bu diziyi listemde 'True Detective'in bir üst basamağına koyuyor, IMDB'den aldığı 8.4 puanı kendi gönlümde 9.4'e çekiyorum.

Tavsiyedir. Israrla izleyiniz.





26 Eylül 2017 Salı

Trendeki Kız - Paula Hawkins

Arka Kapaktan...

Sadece Amerika’da ilk 6 haftada 230.000 adet satıldı. New York Times Çok Satanlar listesine, çıktığı hafta 1.sıradan giriş yaptı ve hâlâ 1.sırada. 
 Amazon ve Goodreads’de  Ocak 2015’in En İyi Kitabı seçildi. Washington Post, iBooks Çok Satanlar listelerinde 1. Sırada. Rachel her gün aynı trene binip aynı çifti izliyordu. Çiftin başına gelenleri bütün ülke duyduktan sonra, hayatlarına dâhil olmaya karar verdi. “Büyüleyici, sürükleyici, üst seviye bir gerilim. Mutlaka okuyun!” –S.J. Watson “Hem karakter yaratımı hem olay örgüsü muhteşem, harika bir kitap! Yeni neslin Alfred Hitchcock’u.” –Terry Hayes “Zeki, gerilim dolu ve baştan aşağıya sürükleyici bir roman.” –Lisa Gardner “Aklınızı başınızdan alacak, zekice yazılmış bu psikolojik-gerilim romanı hem muhteşem hem de tren enkazı kadar korkunç!” –Publishers Weekly. “Nefesleri kesen bir ilk roman. En dikkatli okurlar bile, Hawkins olayları teker teker açığa çıkarıp, aşkın ve takıntının şiddetle olan kaçınılmaz bağını ortaya koyarken şaşırmaktan kendilerini alamayacaklar.” –Kirkus “Trendeki Kız, her şeyi anladığınızı düşündüğünüz an sizi farklı bir sürprizle karşılıyor.” –Entertainment Weekly

Bence...

Kendini bu kadar öven kitabı nerede görsem kaçardım, neye aldandım da aldım okudum bilmiyorum.
Olayların arasında kadının hayat hikayesini okumuyorsunuz,  kadının mızmızlanmalarını dinlerken aslında hikaye olmayan bir hikayenin detaylarını öğreniyorsunuz.

Çocuksuz ve kocasından ayrılmış alkolik bir kadın 300 küsür sayfa boyunca konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor.

Ya da altta çok başka detaylar var, edebi yapı, kurgu.. benim anlayamayacağım kadar üst seviyede.

Ha ben aynı yazardan başka kitap okur muyum? Hiç sanmam.

Tavsiye filan değildir. Gördüğünüz yerde kaçın.

16 Mart 2017 Perşembe

Oğullar ve Rencide Ruhlar - Alper Canıgüz

Arka Kapaktan : 

Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar. Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşıyordum. Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kar. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minibüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı.

Bence...

Çok geç kalmışım çok. Uzun zamandır kitap okumuyordum. Açılışı Malta Şahini gibi bir polisiye klasiği ile yaptıktan sonra dilimizden bir kitapla devam etmek uzun zamandır süren okuma isteksizliğini kıran en etkili çözüm oldu. 

Kahramanımız Alper 35 yaşındaki bir adamın ya da hani o 1940-50'lerin film noir - kara film- lerinde gördüğümüz dedektiflerin  5 yaşında takılıp kalmış hali. Hayat hakkında aforizmaları, depresyona meyilli ruh halleri ve belki de adamakıllı yerinde narsizmiyle, çocuk olmakla pek ilgisi yok. 5 yıllık ömrünün en büyük derdi, can sıkıntısı ve mahalledeki çocuklara kök söktüren bir serseri. İkincisini kolaylıkla, ilkini ise pek beceremeden idare ediyor. Hayat onu mahallelerinde işlenen bir cinayetle burun buruna getirince peşinde düşmekten başkası gelmiyor aklına. Bir yanda Erzurum'a tayini çıkan babası, bir yanda mahallenin kabadayısı, öbür yanda bir cinayet.

Çok eğlenceli, altı çizilecek cümleler ve tespitlerle dolu bir kitap. Ne yardan ne serden, ne konudan, ne dil bilgisinden geçmiş adam. Ben çok sevdim. Diğer kitaplarından devam.

Tavsiyedir efenim :)

31 Mayıs 2016 Salı

Orda bi köy var mı uzakta?



Bu aralar gitmek istiyorum yine. Gezmek, başka yerlere gitmek isteği içimde büyüyüp duruyor.
Şimdilik hayatıma etkisi, iş yerinde konsantre olamamak, bir türlü dikkatimi toplayıp çalışamamak ve kredi kartı borcu boyumu geçtiği halde ucuz buldum diye üç ayrı seyahat bileti almakla sınırlı kaldı. Gelecek günler neler getirecek göreceğiz.

bunları niye yazdım bilmiyorum. Kimse okumuyor diye bi nevi günlük olarak kullanıyorum sanırım burayı.

Neyse :)

Beyaz ve mavi yakalılar. Ey sevgili modern köle arkadaşlarım.  Bi çay söyleyin kendinize benden. Ben damacanadan buz gibi soğuk su aldım. Yeter şimdilik.

11 Ağustos 2015 Salı

Benson Cinayeti

Arka Kapaktan  :

"Sanat ve suç arasında biraz fark var," diye öne sürdü Markham. "Psikolojik olarak eski dostum, hiç fark yok," diye düzeltti. Vance. "Suç, bir sanat eserinin tüm temel esaslarını barındırır; yaklaşım, anlayış, teknik, hayal gücü, uğraşı, yöntem ve düzen. Dahası, suç, yolu, bakış açısı ve genel doğası bakımından en az sanat eserleri kadar çeşitlilik gösterir. İyi planlanmış bir suç, örneğin, bir bireyin, bir tablonunki kadar doğrudan dışavurumudur ve içinde büyük bir keşif olasılığı yatar. Uzman bir estet, bir resmi nasıl analiz edip kimin yaptığını söyleyebiliyorsa, uzman bir psikolog aynı şekilde bir suçu kimin işlediğini, kişiyle tanışıklığı varsa, analiz edip söyleyebilir veya neredeyse matematiksel bir kesinlikle suçlunun doğasını ve karakterini tarif edebilir. İşte sevgili Markham, insanın suçluluğunu belirlemenin tek kesin ve kaçınılmaz yolu budur. Diğerleri yalnızca varsayımdır; bilime aykırı, güvenilmez ve riskli."

Bence :

Maalesef okuyamadığım kitaplar arasında yerini aldı bu kitap. Çevirmene bir kere daha saygılarımı sunarak sitem ederken yeni kitaplara yelken açıyorum...

Uyarması benden, Türkçe'yi Türkçe gibi okumak istiyorsanız biraz zorlanabilirsiniz.

6 Ağustos 2015 Perşembe

Luther


Oldum olası sevmişimdir BBC'nin az ve öz bölümlük dizilerini.

2002 - 2008 yılları arasında yayınlanmış dört sezonluk diziyi de sevdim. Henüz ilk sezonundan bir kaç bölümünü izlediğim dizinin baş kahramanı Idris Elba tarafından canlandırılan zeki dedektif John Luther.

Diziye adını veren Luther'in, bir çocuk katilinin peşindeyken tam onu yakaladığı sırada ölmesine izin vermesi meslek hayatına kısa süre de olsa tedavi görmek için ara vermesine sebep oluyor.  Tedavisi bitip yeniden gerçek dünyaya döndüğünde eşinin ondan  ayrılmaya karar vermesi, üzerine gelen ithamlar vs derken sıkıntılar bitmek bilmiyor.

Tam da böyle bir durumdayken, ona merhaba diyen dava da epeyce çetrefilli.  Ve fakat, "Sorunları çözülemeyen esas oğlan" şablonuna birebir uyan kahramanımız bu davayı çözmek için elinden gelen her şeyi yapıyor.

Dizi güzel. The Wire'da çok alışmışım aksanına, Idris Elba'yı kendi aksanında dinlemek enteresan oldu.

Bir de gerçekten seviyorum şu İngilizlerin dizilerini.  Polis ekibi mankenlerden oluşmuyor, gerçek görünen, kusurları olan,  3 boyutlu karakterler izliyorsunuz.

Bizde de örnekleri var tabi ki. Her ne kadar hayal meyal hatırlasam da sonradan bulup buluşturup birer ikişer bölüm izlediğim bir zamanların ünlü dizisi İz Peşinde (Rahmetli Osman Yağmurdereli ve Mehmet Aslantuğ'un oynadığı ), Harun'u, Hayalet'i,  Akbaba'sı ve tabii ki Behzat Amirim le Behzat Ç, konuyu geçtim gerçekçilikleriyle sevdirmişler kendilerini.

Tabii bir de Arka Sokaklar'daki Hüsnü Çoban  var. :) Ama Arka sokakları ne kadar istesem de polisiye kategorisinde ciddi ciddi düşünemiyorum.

Neyse. Konuyu dağıtmayalım.
Luther izleyelim, İngiliz aksanı dinleyelim. :)