26 Kasım 2010 Cuma

Gitme!

Nefes almaya devam et. Yaşamaya devam et. Ne kadar yorgun olsan da, savaşı bırakma yalvarıyorum. Pes etme.
Biliyorum yorgunsun...
Öyle yorgunsun ki, belki nasıl duracağını bilsen, bırakıvereceksin savaşmayı da. Biliyorum devam etmek için ne kadar çaba harcarsan, o kadar azalıyor gücün, o kadar zayıflıyor seni hayata bağlayan o incecik iplik. Durmadan öten o makineler olmasa, sağından solundan seni esir almış gibi görünen onca tüp, onca kablo olmasa, onlar seni olduğun yerde tutmasa çoktan salıvereceksin son soluğunu. Yeter diyeceksin. Yeter bunca eziyet.
Onun için o makinelerden biri duruverecek diye ödüm kopuyor.
Günlerdir soluk sesini nasıl çaresizlikle dinliyorsam makinelerin sinir bozan sinyallerini de öyle dinliyorum. Kirpiklerindeki ufacık bir kıpırtıyı görmek uğruna yüzüne nasıl merakla bakıyorsam, siyah ekranlardaki sürüp giden o çizgilere de öyle bakıyorum. Bir şeyler yanlış gidecek diye deli oluyorum.
Gitgide solan rengini, her seferinde daha az yükselen göğsünü görüyorum . Nefesin dünkünden daha cılız, yüzündeki gölgeler önceki günden daha derin. Kokun bile değişik, eski bir anının gölgesi gibi silik. Ölesiye yorgunsun biliyorum. Yine de sana bütün yüreğimle, bütün çaresizliğimle yalvarıyorum.
Diğer yanda seni çağıran her ne ise, dinleme. Nefes almaya devam et. Pes etme. Yaşayamadığın, yaşayamadığım bütün güzel günlerin hatırına, bu dünyada mukaddes bildiğin her ne varsa onun hatırına, bu kez savaşı bırakma.
Beni pişmanlıkla baş başa bırakma!

21 Kasım 2010 Pazar

Karanlık Adam

ey pek sevgili sahne amirim...'All the world's a stage, And all the men and women merely players.'
:))

Not: Yazanın kendi rızasıyla umuma arzettiği işbu yazının, sınama amacıyla yazıldığı, herhangi bir edebi ya da ebedi iddia taşımadığı, okunmasında resmi ya da gayri resmi zorunluluk olmadığı bu cihetle okuyucuda oluşturacağı rahatsızlıktan yazaın sorumlu tutulamayacağı ön kabulü ile okunmasına...

***


Sahne ışıklarının altında bir an ne diyeceğini bilemeden durdu...

Tek bir nefeslik süre boyunca, kollarındaki tüyler diken diken, bütün salon, salondaki herkes, sahnede karşısında duran kadın, ve sahne gerisindeki bütün sesler susmuşken, kendi damarlarında akan kanın sesini duydu. Kalbinin kasılmaya hazırlanan yanını, aldığı nefesin ciğerlerini doldururken çıkardığı sesi duydu.

Bir nefeslik süre boyunca ne sahneyi, ne sahnenin önündeki kalabalığı, ne de kalabalığın başının üzerinde asılı karanlığı gördü.

Gözleri izleyicilerinin en arkasında bir yerlerde sabitken, gönül gözü kendi gönlündeki karanlığa döndü.

Her şey anlamsız geldi, içine çektiği nefesi geri vermek istemedi, yaşamak, düşünmek, konuşmak istemedi. Kaldığı yerden devam etmek zor geldi. Bir bıkkınlık bir yorgunluk bütün benliğini ele geçirdi. Her şey ve herkes bitsin istedi. Yarına devam etmek, yaşamaya devam etmek içinden gelmedi.

Yüreğindeki karanlık, içinde duyduğu o aman vermez yılgınlık, kalbinin bir sonraki atışıyla birlikte beynine, gözlerine, ellerine, bütün vücuduna dağıldı, vücudu sahne ışığının altında pırıl pırılken, içi kara kuyular gibi, karardıkça karardı.

O an, karanlığın onu yuttuğu an, nefesini dışarı vermesiyle birlikte sona erdi. Zaman yeniden harekete geçti.

Ezberindeki replikleri söyledi, kelimeler ağzından kendisine ihtiyaç duymadan fırlayıp gitti. Elleri her bir kelimede olması gereken yerlerde rolüne devam etti.

Karanlık içinden dışına sızmasın diye bir maske tuttu yüzüne, yüzündeki maske içerdeki ifadesiz karanlığa inat gülümsemeye devam etti.

***

**

*

Sıradaki şarkı ezberini unutanlara, karanlık maranlık dinlemeden her daim gülebilen spartalılara gelsin :)))

Öztürk Serengil söylüyor... 'Abidik gubidik twist...' :)))

Yeşşee...