Sabah uyanmış, envai çeşit kazağının içinden birini beğenip
giymiş, sıcacık servisinle iş yerine ulaşmışsın. İşe başlamadan sıcak poğaça ve
çayla kahvaltını edip bir de sigaranı içmişsin. Kan şekerin yüksek, keyfin
yerinde.
Öyle memnunsun ki halinden.
Sonra, aslında her açtığında içini sıktığı için çok da göz
atmadığın bir haber sitesini açıyorsun. Her zamanki haberlere göz
gezdiriyorsun. Kan, gözyaşı, dünyanın muhtelif yerlerinde devam etmekte olan savaşlar.
Bunun için televizyon bile izlemiyorsun artık. Elinden hiçbir şey gelmiyor
çünkü. Dünyayı yönetmekte olan muazzam çarkların içinde bir vida bile değilsin.
Senin yapacağın hiçbir eylem o çarkların dönüşünün hızına dahi etki etmeyecek.
Elinden bir şey gelmediği için nefret ediyorsun bu haberleri okumaktan.
Yine için sıkılıyor, farenin orta tuşuna asılıp aşağılara
iniyorsun.
Önceki akşamın maç sonuçları, 1 ayda bilmem kaç kilo
verebilirsin reklamları. Sonra hepsinin arasında, hep üçüncü sayfa haberlerinde
görmeye alıştığın puntolarda bir haber başlığı takılıyor gözüne: “ÖLÜME GÖTÜREN
YOKSULLUK.”
Sayfayı istemeye istemeye açıyorsun. ‘Boş ver, yine üzüleceksin, açma o sayfayı’ diyor içindeki ses.
Dinlemiyorsun.
Belli ki bir kimlikten ya da başka bir resmi evraktan
alınmış, köşesi mühürlü vesikalık bir fotoğraf çıkıyor karşına. Kim bilir o
sırada aklından neler geçerken dalgın gözlerle bakan bir kadının resmi.
Yanındaki haberi okumaya başlıyorsun.
Çocuklarını ısıtabilmek için oduncudan rica minnet aldığı
odunları ıslak diye yakamayan bir kadından bahsediyor haber. Evinde yiyecek
yemeği olmayan, belki de son kalan gücünü o evi ısıtayım diye harcayıp en sonunda
pes eden bir kadını anlatıyor. Haberi okumaktan ziyade, izliyorsun. Isınsın
diye çocuğunun elinde kurutma makinesini tutuşturan kadını görüyorsun,
başındaki yemeninin uçlarına gözlerini siliyor, sonra çocuklarını orada bırakıp kendi canına kıyacağı
arka odaya geçiyor.
Bir vakit sonra
annesini aranan altı yaşındaki çocuğun ağlaya ağlaya merdivenlerden inişini
okurken hıçkırmak geliyor senin de içinden.
Kadını, çocuğu, yoksulluğu, en çok
da çaresizliği düşünüyorsun… Bomba patlıyor sanki kafanın içinde, ruh halin aklın
allak bullak oluyor.
Az evvel poğaçanın yanında içtiğin çay ağzına geliyor. Miden
bulanıyor. Kadın fotoğraftan sana bakıyor hala. ‘Sen neredeydin o sırada?’ diyor sanki. Cevabın yok.
İnsanlıktan, insanlardan umudunu keseli çok oldu ya, kendinden
umut kesmemiştin şimdiye kadar. Hala elinden geleni yapıyormuşsun gibi
hissediyordun. Meğer sadece kendini
kandırıyormuşsun. Evindeki deste deste kitapları, sıra sıra ayakkablıları,
sigara dumanıyla havaya savurduğun paraları hatırlıyorsun. O paraya ölümden
dönecek hayatlar varmış bak. Anasızlığı tatmayacak bir çocuk varmış. Bulantı
artıyor. Kendinden, insanlardan tiksiniyorsun.
İçindeki ses ‘sorumlusu sen değilsin’ diyor susturuyorsun.
Elbette sensin!!! Buna sebep olanlardan
birisin!!! En son ne zaman kafanı
gömdüğün kumdan kaldırıp dışarı baktın? Dönen çarklara küfretmek yerine
yerinden kalkıp o düzeni durdurmayı denedin? En son ne zaman kendinden başka
birinin aç olup olmadığıyla ilgilendin? En son ne zaman kendi hayatının
karanlıklarına odaklanmış bencilliğinden sıyrılıp başkalarının hayatlarına
bakmaya yeltendin????
Öfkelisin. Herkese, herşeye. En çok da kendine!
Kalabalığı, insanları boşver, sen, birey olarak sen, en son
ne zaman bir şeyler yaptın çaresizler için????
Kusmak üzeresin.
Az sonra mesai arkadaşlarından biri sigara molası için
yanına uğruyor…
içinden cevap vermek
bile gelmiyor….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder