Bu Benson Cinayeti kitabını çeviren Müge Hanım her kimse çevirmenlik kimliğini yeniden gözden geçirmesi, ya da işini biraz daha ciddiyetle yapması lazım.
Ben bile blogda yayınlanacak olan yazıları çok zaman 3 kere kontrol ederken, önzösünde üstelik de Erol Üyepazarcı gibi bir polisiye uzmanının olduğu bir kitabın bu kadar hatayla, bu kadar kötü bir çeviriyle satışa sunulmasını aklım almıyor.
Verdiğim paraya mı yanayım, yoksa hevesle başladığım kitabı okuyamadığıma mı bilmiyorum.
Bu akşam bir daha deneyeceğim. İnşallah dişimi sıkıp okuyabilirim kitabı.
30 Temmuz 2015 Perşembe
28 Temmuz 2015 Salı
Su - Buket Uzuner
Arka Kapaktan :
Gazeteci Defne Kaman bir yaz akşamı bindiği vapurda arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolur. Onu aramakla görevli Komiser Ali Ümit ile arkadaşı Sahaf Semahat kendilerini aniden tuhaf olaylar ve esrarengiz semboller arasında bulurlar. Bir yandan kendi hayatlarını sakatlayan yasak ve tabulara rağmen ayakta kalmaya çalışırken, kayıp gazeteci Defne Kaman'ın peşinde nefes nefese bir maceraya sürüklenirler. Buket Uzuner, SU romanında bütün canlı varlıkları eşit değerde kabul ederek doğayı ve yaşamı kutsayan kadim Türk geleneği Kamanlık'a (Şamanlık) selam ederken, okurları hem eko-feminist bir okumaya, hem de 1000 yıl önce Uygur harfleriyle ön-Türkçe yazılmış olduğu düşünülen (Mutluluk Bilgisi) KUTADGU BİLİG ŞİFRESİ ile zihin oyunlarına davet ediyor.
Bence...
1) Çok gerçek, çok bizden, 'şu kadın/adam var ya aynı bizim X' diyebileceğiniz karakterler
2) Kamlık, şamanlık üzerine aydınlatıcı, geniş bilgiler
3) Kadınlar ve kadınların Türk toplumundaki yeri hakkında gayet akılcı, gayet gerçekçi gözlem ve çözümlemeler
4) Çevre konusunun ne kadar önemli olduğunu anlatan duyarlı metin
4) Pek polisiye denemez.
5) İlk bölümlerdeki usluba alışınca gerisi akıcı gidiyor.
6) Adım başı Kumral Ada Mavi Tuna - Reklamları izlediniz.
ve son olarak...
Bir karakterin ağzından çıkanları yazara maletmemek uğruna sanki yazardan azade biriymiş gibi görüp yorumlayacağım...
Ön yargıları aşmak atomu parçalamaktan daha zor gerçekten. Keşke karşıdan beklediği hoşgörüyü karşısındakine de gösterebilse insanlar. Semahat kendi düşündüklerini doğru bildiği gibi, karşısındakinin doğrularının onun için doğru olduğunu kabullenebilse. Ve birileri ona, ahiret inancı olanlar için diğer dünyadaki hayatın gerçek yaşam olduğunu, bu dünyanınsa geçici olduğunu anlatabilse.
Bilmiyorum. Zor bi kitaptı benim için.
Her anlamda.
22 Temmuz 2015 Çarşamba
Zamanın Kızı – Josephine Tey
Arka Kapaktan :
Polisiye Yazarları Birliği tarafından tüm zamanların en iyi polisiye kitabı seçilen Zamanın Kızı ilk kez Türkçede! Zamanın Kızı, tarihin yaşanan gerçeklere göre değil, iktidarın gerçeklerine göre yazıldığını bizlere sıkı sürprizlerle, dinmeyen bir tempo ve zeka dolu bir kurguyla anlatıyor. Bu sefer vaka ve katil yakınlarda değil, çok uzakta. Hem de birkaç yüzyıl kadar. İpucu az, kanıt az, tanıkların hepsi ölü. Polisiye kurgunun işi bu kez çok zor olsa da, Josephine Tey üstesinden gelmeyi başarıyor. Alan Grant, III. Richard'ın bir portresiyle karşılaştı. Böyle narin, böyle asil bir yüz, nasıl dünyanın en acımasız insanlarından biri olabilir diye düşündü. Ayağı kırık, uğraşacak bir vaka arıyor; bu neden III. Richard olmasın? 2015'teki anma törenlerine Kraliyet Ailesi'nden bir kişinin dahi katılmadığı III. Richard hakkında ne biliyorsunuz? İlk seri katil olduğunu mu? Ağabeyini, kuzenini, yaşlı kralı öldürdüğünü, küçük yeğenlerinin işini bitirdiğini mi? Ya size onun masum olduğunu söylesek? "Tarihçiler, yazmalarına izin verilmeden önce psikoloji dersi almaya zorunlu tutulmalı."
Bence...
Scotland Yard emektarı, üstelik de birazcık huysuz bir
polis,bir soruşturma sırasında, hastanede
uzun süreli tedavi için yatağa mahkum edilirse ne olur? Elbette kendine çözecek
başka bir cinayet davası bulur.
Kahramanımız Grant’ın bulduğu dava pek de azımsanacak
cinsten değil. Yüzyıllardır bütün tarih
kitaplarında anlatılan, zanlının İngiltere kralı, maktullerin ise kraliyet ailesinden iki prens olduğu,
meselenin içi yüzünü bilme ihtimali olan bütün şahitlerin yüzyıllar evvel
toprak olduğu çetin davanın ne hakimi ne de savcısı var.
Grant’ın bakımını üstlenen iki hemşire, ona davayı açması
için ilham veren portreyi getiren bir arkadaşı ve sonradan ona yardım eden bir
tarih öğrencisinden başka yaşayan karakter yok. Okurken kendinizi Güller Savaşı’nın
başlayıp bittiği tarihlerde, Yorklar ve Tudorlar’ın taht için kapıştığı, III.
Richard’ın ölüp VII. Henry’nin tahta
geçtiği İngiltere’de buluyorsunuz.
Soruşturma yüzyıllar sonrasında yatağa mahkum bir polis tarafından,
tarih kitapları ve yardımcısının kanıt topladığı el yazmaları üzerinden ilerliyor. İlerledikçe de görülüyor
ki, tarih kitaplarının her söylediğine inanmamak gerek. Çünkü tarihi yazanlar olanı değil, olmasını istedikleri şeyi yazarlar.
Benim böyle Henry’ler, York’lar filan diye atıp tuttuğuma
bakmayın bu arada. Ne tarih dersini, ne de İngiliz tarihini severim. Zamanında epeyce
sevilmiş The Tudors’ı bile izlemişliğim yoktur. Ama kitap kendini okutmayı
beceriyor. Hep bir merak duygusu onlarca sayfa dinmiyor.
Bir de ne yalan söyleyeyim, bu kitap için okurluğumun
biraz yetersiz kaldığını fark ettim.
Başka kitaplara, filmlere, resimlere, her türlü sanat eserine yapılan atıfları
çözmek için bilgi birikimim yetersiz kaldı. Atladığım kelime oyunlarını ancak
okuduğum sayfayı karıştırıp geriye döndüğümde fark edebildim. Hele ki beni
sıkıntıdan patlatmış olan giriş bölümün neler gizlediğini ancak kitap
bittiğinde gördüm, ki bu bile kitaba bir kere daha göz atmak için
sebeptir bana göre.
Her neyse…
Biraz da öz oyunuyla, tüm zamanların* en iyi kitabı sahiden
sıkı bir polisiye.
Okunmalı. Bir kere daha J
Cenazeden Sonra (Ecelin Çağrısı) - Agatha Christie
Arka Kapaktan :
Cora baltayla hunharca öldürülünce, bir gün önce kardeşi Richard’ın cenazesinde patavatsızca söylediği bir söz tüyler ürpertici bir anlam kazanır. Richard’ın vasiyetnamesi okunurken, Cora yüksek sesle, "Olay çok güzel örtbas edildi... Ama Richard cinayete kurban gitti değil mi?" diye sormuştu.
Çaresizlik içindeki aile avukatı bu sırrı çözmesi için Hercule Poirot’ya başvurur.
Bence...
Cora baltayla hunharca öldürülünce, bir gün önce kardeşi Richard’ın cenazesinde patavatsızca söylediği bir söz tüyler ürpertici bir anlam kazanır. Richard’ın vasiyetnamesi okunurken, Cora yüksek sesle, "Olay çok güzel örtbas edildi... Ama Richard cinayete kurban gitti değil mi?" diye sormuştu.
Çaresizlik içindeki aile avukatı bu sırrı çözmesi için Hercule Poirot’ya başvurur.
Bence...
Tam anlamıyla bir Agatha Christie klasiği.
Ölen bir akrabanın vasiyetinin okunması sırasında ortaya
çıkan küçücük bir soruyla aslında birbirinden pek de hazzetmeyen diğer akrabalar
arasında huzursuzluk çıkar. Tabii ki kahramanımız Hercule Poirot bu gizeme
çözüm getirecek kişidir.
Çocukken çok okuduğum diğer klasikler kadar
heyecanlandırmadı beni. Öyle tırnak yiyerek filan okumadım(bunda ramazan
sıcaklarının etkisi de olabilir. :) ama yine de güzeldi. Klasikleri özleyenlere
tavsiye edilebilir. :)
Şirket - John Grisham
Arka Kapaktan :
Mitchell McDeere bulunduğu yere varmak için çok çalışmıştı. Bütün büyük firmalar tarafından istenen ve akılda Wall Street olan genç avukat herkesi şaşırtarak Memphis' da çok özel ve çok zengin bir avukatlık şirketi olan Bendini, Lambert ve Locke Şirketine girer. Mitch ile karısı Abby Tennessee' ye yerleşip yeni yaşamlarına başlarlar. Genç tirler, mutludurlar ve hızla yükselme yolundadırlar. Ya da kendileri öyle sanırlar.
Çok geçmeden Mitch bir tehlike konusu alır: şirketin iki ortağı Cayman adası açıklarında dalarken kuşkulu bir biçimde ölmüşlerdir. Birden kuşkuları gerçekleşir. Bir lokantada yalnız başına yemek yerken gelen Tarrance adında biri FBI' dan olduğunu, şirketin güvenlik bölümünün Mitch' in evine ve arabasına dinleme aletleri yerleştirildiğini ve tehlikede olduğunu söyler. FBI daha sonra Mitch' le yeniden bağlantı kuracaktır.
Mitch Tarrance ile diğer buluşmalarında şirketin birkaç gerçek müşterisi olmasına karşın kesinlikle bir hukuk şirketi olmadığını öğrenir. Ne olduklarını ve ne yaptıklarını öğrenince dehşete kapılır. Tarrance FBI' ın içerde bir muhbir aradığını söyler. İşbirliğine yanaşmazsa FBI tarafından bir gün mahkemeye sevkedilecektir, işbirliği yaptığı takdirde şirket kendisini öldürecektir. Bir çıkış yolu yoktur.
Yoksa var mıdır? İnsanı son sayfasına kadar bırakmayan romanlardan biri.
Bence...
Mitchell McDeere bulunduğu yere varmak için çok çalışmıştı. Bütün büyük firmalar tarafından istenen ve akılda Wall Street olan genç avukat herkesi şaşırtarak Memphis' da çok özel ve çok zengin bir avukatlık şirketi olan Bendini, Lambert ve Locke Şirketine girer. Mitch ile karısı Abby Tennessee' ye yerleşip yeni yaşamlarına başlarlar. Genç tirler, mutludurlar ve hızla yükselme yolundadırlar. Ya da kendileri öyle sanırlar.
Çok geçmeden Mitch bir tehlike konusu alır: şirketin iki ortağı Cayman adası açıklarında dalarken kuşkulu bir biçimde ölmüşlerdir. Birden kuşkuları gerçekleşir. Bir lokantada yalnız başına yemek yerken gelen Tarrance adında biri FBI' dan olduğunu, şirketin güvenlik bölümünün Mitch' in evine ve arabasına dinleme aletleri yerleştirildiğini ve tehlikede olduğunu söyler. FBI daha sonra Mitch' le yeniden bağlantı kuracaktır.
Mitch Tarrance ile diğer buluşmalarında şirketin birkaç gerçek müşterisi olmasına karşın kesinlikle bir hukuk şirketi olmadığını öğrenir. Ne olduklarını ve ne yaptıklarını öğrenince dehşete kapılır. Tarrance FBI' ın içerde bir muhbir aradığını söyler. İşbirliğine yanaşmazsa FBI tarafından bir gün mahkemeye sevkedilecektir, işbirliği yaptığı takdirde şirket kendisini öldürecektir. Bir çıkış yolu yoktur.
Yoksa var mıdır? İnsanı son sayfasına kadar bırakmayan romanlardan biri.
Bence...
Çok güzel kitap.
Ayak oyunları,büyük organizasyonlar, para üzerine kurulan kurgu ve kumpaslar ilginizi
çekmiyor olsa dahi okunması gereken bir kitap.
Kahramanımız, çok zeki, çok çalışkan ve aynı ölçüde hırslı,
yeni mezun bir avukat. Kitaba adını veren şirket ise, dışarıdan bakıldığında adeta şu
İngilizlerin pek tuttuğu ‘Centilmenler Kulübü’ gibi görünen, asla siyahi ya da kadın
avukat almayan, çok gizli ve çok büyük müşterileri olan ve bu yüzden de yalnız
en iyileri işe alan bir yer.
Yetenekli avukatımız kendini hayatının en iyi teklifiyle
burun buruna buluyor ve tabii ki fazla tereddüt etmeden teklifi kabul ediyor.
İşe başladığında da şirketin gizlilik ve maddi ihtişamının örtbas etmesi
gerektirdiğini düşündüğü öyle çok tuhaf şeylerla karşılaşmıyor ama şirket
ortaklarından birinin ölümü, ardından yakın tarihlerde ölmüş iki başka ortağı
duymasıyla birlikte biraz aklı karışıyor.
Tam neler olup bittiğini merak etmeye başladığı sıralarda karşısına
çıkan bir FBI ajanıyla birlikte şüphelerinin pek de yersiz olmadığını anlıyor.
John Grisham’ın kurgu yeteneği, kitapta yarattığı tempo
ve bitmeyen heyecan birleşince ortaya tadından
yenmeyecek bir hikaye çıkıyor. Bu adamdan daha çok kitap okumalı.
Tavsiyedir efenim.
Etiketler:
john grisham,
macera kitap,
şirket
Hisarüstü Cinayetleri - Cüneyt Ülsever
Arka Kapaktan :
"İstanbul'un sevabı çoktur. Ama bir o kadar da günahı vardır. Milyonlarca insanı o mahvetmiş, o yok etmiştir. Sevaplarının ödülünü kim verir bilinmez ama günahlarının cezasını adalet değil felek verir!"
Bence...
Polisiye okurken küçük yayın evlerinden çıkan hazinelerle
karşılaşsam da, pek hüsrana uğratmadığını düşündüğüm belirli bazı
yayın evlerinin kitaplarını alırken tereddüt etmem. Bilirim ki nadiren karavana
atarlar.Doğan Kitap onlardan biri. Grange, Ahmet Ümit, fındık fıstık
yer gibi kitap çıkarmadan önce Tess Gerritsen kitaplarıyla iyiden iyiye
güvenimi kazandığı için pek bakmam yorumlara.
Cüneyt Ülsever ise, tecrübesine ve tabii ki emeğine saygı
duyduğum bir yazar. Her ne kadar daha önce yalnızca Hacı kitabını, özellikle de
Kayseri’de okumuş olmanın verdiği bir merakla da okumuş ve diğer kitaplarına
henüz vakit ayıramamış olsam da iyi bir yazar olarak bilirim.
Yalnız bu defa… Yüzüstü bırakılmış gibi hissediyorum
kendimi.
Ankara , Antalya ve İstanbul şehirlerine yayılmış bir öykü
bu. İlk bölümlerde üç karakteri tanıyoruz, sonraki bölümlere cinayetler
işleniyor, sonra karakter tahlillerine biraz daha giriyoruz. Saç örgüsü gibi, sırasıyla
benzer olayların birbiri ardına farklı şehirlerdeki tekrarlarını okuyoruz.
Derken katilleri, kurbanların yanındaki en sadık adamlarını da tanıyoruz uzun uzadıya. Üç şehirdeki polis ekipleriyle tanışıp biraz daha karakter
geçmişi okuyoruz. Sonra örgünün arasına bir düğüm atılıyor, üç şehirdeki üç polis
bir araya giriyor, “Üçlü Çete” meğer çok eskiden arkadaşmış. Bir tane de kilit
tanık.
Sonrasında da tıkır tıkır çözülüyor düğümler. Burada maalesef öyküyü açık edeceğim birazcık, burayı
atlayabilirsiniz.
--------------
Kitabın başından sonuna ortalarda görünmeyen, hiç
bilinmeyen, hiç tanınmayan biri çıkıyor katil.
------------
Son sahnelerdeki sürpriz bile
sürpriz değil deneyimli gözler için.
Genel tema cinsiyet. Eşcinseller, cinsiyetsizler, vs vs. Psikanaliz 101’e giriş yapıyor gibisiniz.
Kitap hakkında kesin olarak söyleyebileceğim şey
karakterlerin çok iyi çalışıldığı. Ama onlar da sanki doğrudan çalışma
kağıtlarından kitaba alınmış gibi. Abartmıyorum, benim öykülerim için
çıkarttığım karakter notlarıyla aynı tınıda, aynı üslupta tanıtıyor yazar karakterleri.
Sonra olayların sanki itekleye itekleye ilerleyişi,
herşeyden üç kere okumak, isimler, karakterler, detaylar, detaylar, detaylar…
aynı şeyleri, üstelik biraz olsun merak edemeden hep üç kere tekrarlamak…
Anlatırken dahi
yoruldum.
Dedim ya, benim için fena halde sukut-u hayal.
Tavsiyem, okuyacaksanız sabrınızın bol olduğu bir sıra
okuyun.
20 Temmuz 2015 Pazartesi
Bir Numaralı Kadınlar Dedektiflik Bürosu
Arka Kapaktan :
Günlük hayatın içindeki heyecanları yeniden keşfetmenizi sağlayacak bir polisiye! Dikbaşlı kızlar, kayıp eşler, kadın peşindeki kocalar, arsız üçkağıtçılar ve büyücülük... Bir sorununuz varsa ve size kimse yardım edemiyorsa, Precious Ramotswe'yi ziyaret etmenin tam sırası demektir: Botswana'nın tek ve en iyi kadın dedektifi. Edebiyat dünyası birçok dedektif gördü. Onlar büyük metropollerin sevgisiz, umutsuz, yabancılaşmış savaşçılarıydı. Oysa Afrika'da Kgale Tepesi'nin eteğinde Bir Numaralı Kadınlar Dedektiflik Bürosu'nu açan Mma Ramotswe inadına sevgi, umut ve iyimserlik dolu bir kadın olarak yerini alıyor polisiye roman dünyasında. Henüz kirlenmemiş bir doğanın, henüz bozulmamış insanların başından geçen, henüz korkunç olmayan olayların içinde kadınca gülümsüyor bize. Dünyada hala gülümsemek için çok neden var dercesine... Polisiyeye farklı bir açıdan yaklaşan bu romanı seveceksiniz.
Bence...
İngiliz sömürgesinden çıkıp hürriyetini ilan etmiş bir Afrika ülkesinde yaşayan, ülkesini ve ülkesinin insanlarını çok seven, tatlı mı tatlı, zeki mi zeki bir kadın bu defa karakterimiz. Hani tonton, tatlı-sert kadınlar vardır ya. Bir bakışta her şeyi şıp diye anlayıp gerekirse cazgırlık etmeden akıllıca ettikleri bir kaç kelimeyle bütün düğümleri çözerler. İşte Mma Ramotswe de onlardan biri.
Başından kötü bir evlilik geçtikten sonra tekrar çok sevdiği babasının yanına dönen Precious, bu defa babasının ölümüyle tek başına kalıyor. Babasının son nefesinde kimseye muhtaç olmamak için bir iş kurması için bıraktığı mirası elden çıkarıp küçük bir büro kiralıyor. Ve tabii ki bir de sekreter alıyor işe. Büro envanterindeki kalemler oldukça kısa. Bir küçük beyaz minibüs, bir kaç masa sandalye, bir daktilo. Ancak envantere yazamadığı asıl varlığı zekası ve çalışkanlığı. Bürosunun adı Bir Numaralı Kadınlar Dedektiflik Bürosu. O Botswana'nın ilk ve tek kadın dedektifi.
Mma Ramotswe'nin en iyi arkadaşlarından birinin deyimiyle hayatları tamir etmesini anlatan küçük öykülerden oluşan kitap insanı bir solukta Afrika'ya götürüp getiriyor. Tombul kahramanımızla birlikte tıkır tıkır çözülen araştırmaları okumak keyif veriyor.
Sevgi dolu bir kadının öyküsünü okuyup bitirince üzülüp keşke daha uzun olsaydı diyor insan.
Ben izlemedim ama bu kitap daha önce HBO tarafından televizyona da uyarlanmış. En kısa zamanda hem devam kitabına hem de diziye el atmayı planlıyorum. :)
Hem yazar hem de kitap benden yıldızlı pekiyi aldı. Katmerli katmerli tavsiyedir efenim.
Bilginize :)
Günlük hayatın içindeki heyecanları yeniden keşfetmenizi sağlayacak bir polisiye! Dikbaşlı kızlar, kayıp eşler, kadın peşindeki kocalar, arsız üçkağıtçılar ve büyücülük... Bir sorununuz varsa ve size kimse yardım edemiyorsa, Precious Ramotswe'yi ziyaret etmenin tam sırası demektir: Botswana'nın tek ve en iyi kadın dedektifi. Edebiyat dünyası birçok dedektif gördü. Onlar büyük metropollerin sevgisiz, umutsuz, yabancılaşmış savaşçılarıydı. Oysa Afrika'da Kgale Tepesi'nin eteğinde Bir Numaralı Kadınlar Dedektiflik Bürosu'nu açan Mma Ramotswe inadına sevgi, umut ve iyimserlik dolu bir kadın olarak yerini alıyor polisiye roman dünyasında. Henüz kirlenmemiş bir doğanın, henüz bozulmamış insanların başından geçen, henüz korkunç olmayan olayların içinde kadınca gülümsüyor bize. Dünyada hala gülümsemek için çok neden var dercesine... Polisiyeye farklı bir açıdan yaklaşan bu romanı seveceksiniz.
Bence...
İngiliz sömürgesinden çıkıp hürriyetini ilan etmiş bir Afrika ülkesinde yaşayan, ülkesini ve ülkesinin insanlarını çok seven, tatlı mı tatlı, zeki mi zeki bir kadın bu defa karakterimiz. Hani tonton, tatlı-sert kadınlar vardır ya. Bir bakışta her şeyi şıp diye anlayıp gerekirse cazgırlık etmeden akıllıca ettikleri bir kaç kelimeyle bütün düğümleri çözerler. İşte Mma Ramotswe de onlardan biri.
Başından kötü bir evlilik geçtikten sonra tekrar çok sevdiği babasının yanına dönen Precious, bu defa babasının ölümüyle tek başına kalıyor. Babasının son nefesinde kimseye muhtaç olmamak için bir iş kurması için bıraktığı mirası elden çıkarıp küçük bir büro kiralıyor. Ve tabii ki bir de sekreter alıyor işe. Büro envanterindeki kalemler oldukça kısa. Bir küçük beyaz minibüs, bir kaç masa sandalye, bir daktilo. Ancak envantere yazamadığı asıl varlığı zekası ve çalışkanlığı. Bürosunun adı Bir Numaralı Kadınlar Dedektiflik Bürosu. O Botswana'nın ilk ve tek kadın dedektifi.
Mma Ramotswe'nin en iyi arkadaşlarından birinin deyimiyle hayatları tamir etmesini anlatan küçük öykülerden oluşan kitap insanı bir solukta Afrika'ya götürüp getiriyor. Tombul kahramanımızla birlikte tıkır tıkır çözülen araştırmaları okumak keyif veriyor.
Sevgi dolu bir kadının öyküsünü okuyup bitirince üzülüp keşke daha uzun olsaydı diyor insan.
Ben izlemedim ama bu kitap daha önce HBO tarafından televizyona da uyarlanmış. En kısa zamanda hem devam kitabına hem de diziye el atmayı planlıyorum. :)
Hem yazar hem de kitap benden yıldızlı pekiyi aldı. Katmerli katmerli tavsiyedir efenim.
Bilginize :)
19 Temmuz 2015 Pazar
Kapan
Arka Kapaktan :
Dört kitaptan oluşan David Hunter serisinin ardından Simon Beckett, yeni kitabı Kapan’la yeniden, geçmişi arkasında bırakmaya çalışan bir adamın hikâyesini anlatıyor. Polisten kaçarken kendisini Fransa’da bulan Sean bir kapana basar ve o andan itibaren, gizem dolu bir dünyanın kapıları ardına kadar açılır. Bir yandan geçmişin sancılarıyla uğraşırken, diğer yandan kuralları sahibinin koyduğu bir çiftlikte, yeni maceralara bulaşmak istemediği halde kendisini ölümcül sırların ortasında bulur. Ortadan kaybolan kişiler, çarpık ilişkiler… Simon Beckett Kapan’la birlikte okuyucularına tekinsiz, gerilim dozu yüksek, etkisinden kolayca çıkılamayacak bir deneyim sunuyor.
Bence...
Simon Beckett'ın önceki kitaplarını okuduysanız fark etmişsinizdir. Yazarın, pek orijinal olmasa da sizi içine çekip kendinizi kurtaramadığınız kitapları var. Tekniği enteresan. Sanki günlük olayları takip eder gibi takip ediyorsunuz olan biteni. Çok üzmeden, çok yıpratmadan, nasıl demeli, biraz da nahif bir şekilde akıp gidiyor öykü.
Önceki dört kitapta ortak bir kahramanımız vardı. Her ne kadar kendisi bir Jane Rizzoli, bir Myron Bolitar değilse de sevmiştik. Bu kitapta Hunter yerine, Fransız filmlerine tutkun bir İngiliz olan Sean'la birlikte, birinci tekil şahıs olarak olaya dahil oluyoruz.( Bu arada ilk elden hikaye anlatımını yadırgamadığım tek kitap Stephen King'in Kemik Torbası. Onun dışında irkilmeden okuyabildiğim bir örnek henüz bulabilmiş değilim. )
Eğer türe meraklıysanız daha kitaba başlar başlamaz olayın nerede bitebileceğini anlıyorsunuz. Çok şaşırmadan usul usul hikayeye girip okurken kitabın nasıl bittiğini anlamıyorsunuz bile.
Dediğim gibi nahif bir anlatım ve öykü var. Kahramanlar fena değil ama yine aranan heyecandan eser yok. Sürprizli bir son beklemeyin yani.
Yine de fena değil. Bayram tatili için iyi bir seçenekti. Sıkılmadan okudum.
Tavsiyedir :)
Dört kitaptan oluşan David Hunter serisinin ardından Simon Beckett, yeni kitabı Kapan’la yeniden, geçmişi arkasında bırakmaya çalışan bir adamın hikâyesini anlatıyor. Polisten kaçarken kendisini Fransa’da bulan Sean bir kapana basar ve o andan itibaren, gizem dolu bir dünyanın kapıları ardına kadar açılır. Bir yandan geçmişin sancılarıyla uğraşırken, diğer yandan kuralları sahibinin koyduğu bir çiftlikte, yeni maceralara bulaşmak istemediği halde kendisini ölümcül sırların ortasında bulur. Ortadan kaybolan kişiler, çarpık ilişkiler… Simon Beckett Kapan’la birlikte okuyucularına tekinsiz, gerilim dozu yüksek, etkisinden kolayca çıkılamayacak bir deneyim sunuyor.
Bence...
Simon Beckett'ın önceki kitaplarını okuduysanız fark etmişsinizdir. Yazarın, pek orijinal olmasa da sizi içine çekip kendinizi kurtaramadığınız kitapları var. Tekniği enteresan. Sanki günlük olayları takip eder gibi takip ediyorsunuz olan biteni. Çok üzmeden, çok yıpratmadan, nasıl demeli, biraz da nahif bir şekilde akıp gidiyor öykü.
Önceki dört kitapta ortak bir kahramanımız vardı. Her ne kadar kendisi bir Jane Rizzoli, bir Myron Bolitar değilse de sevmiştik. Bu kitapta Hunter yerine, Fransız filmlerine tutkun bir İngiliz olan Sean'la birlikte, birinci tekil şahıs olarak olaya dahil oluyoruz.( Bu arada ilk elden hikaye anlatımını yadırgamadığım tek kitap Stephen King'in Kemik Torbası. Onun dışında irkilmeden okuyabildiğim bir örnek henüz bulabilmiş değilim. )
Eğer türe meraklıysanız daha kitaba başlar başlamaz olayın nerede bitebileceğini anlıyorsunuz. Çok şaşırmadan usul usul hikayeye girip okurken kitabın nasıl bittiğini anlamıyorsunuz bile.
Dediğim gibi nahif bir anlatım ve öykü var. Kahramanlar fena değil ama yine aranan heyecandan eser yok. Sürprizli bir son beklemeyin yani.
Yine de fena değil. Bayram tatili için iyi bir seçenekti. Sıkılmadan okudum.
Tavsiyedir :)
Etiketler:
kapan,
okuduklarım,
polisiye kitap,
simon beckett
Kayıp İtfaiye Arabası
Arka Kapaktan :
Ev, Stockholm polisi tarafından gözaltında tutuluyordu. Günün birinde, bir patlama oldu evde. Birkaç kişi alevler arasında hayatını yitirdi. İşin içinde kundakçılık mı vardı? Cinayet mi? Yoksa bir kaza mıydı bu? Daha önceki bir intihar olayıyla ilgisi neydi?
Bence...
Bu kitap hakkında yorum yapmak biraz zor nedense.
Belki olaylar İskandinav ülkelerinde geçip benim kendi adıma çok da aşina olmadığım iklim ve insanları konu ettiğinden, belki isimlerin söylenişleri dahi kulağıma yabancı geldiğinden, belki de hiç pik yapmayıp hep aynı seviyede sürüp giden tempo yüzünden.
Ortada biri kasten diğerleri istemeden olmak üzere 3 ölüm var ve ölümlerin başta görünen sebebi bir evde çıkan yangın. Stockholm polislerinin olayı aydınlatmak için yaptıkları çalışmaları izleyip olayın dalga dalga büyümesini okuyoruz. Bu sırada da her bir polisi tanıyoruz. Amiri tarafından sürekli itilip kakılan hırslı çaylağı, iş arkadaşları tarafından pek sevilmeyen kaba ama iç güdüleri sağlam devi, ailesiyle mutlu bir hayat sürdüğünü sandığı halde hayatındaki eksikliği gideremeyen iyi adamı tanıyoruz.
Galiba beni kitaba en çok yaklaştıran karakterler oldu. Karakterler hakkında da tek bir sıkıntı var. Koskoca polis teşkilatında bir tane dahi kadın yok. Yanlış hatırlamıyorsam olaylar günümüzden neredeyse yarım yüzyıl önce geçiyor ama insan yine de bolca hayat kadınının görünüp kaybolduğu kitapta sekreter dahi olsa başka bir kadın karakterle karşılaşmak istiyor.
Bu arada algıda seçicilik mi bilemiyorum ama en çok hafta sonu gelince soruşturma ne kadar acil olursa olsun işi gücü bırakıp hafta sonu tatiline çıkan polislere takıldım. :) Malum hem alışık olduğumuz Amerikan hem de Türk yapımlarında iş bitmeden mesai bitmez :) Her neyse.
Karakterler dışında olaylar yüzeysel, heyecandan yoksun. Karmaşık ilişkiler yumağına girilerek çok daha büyütülebilecek hikaye sanki son elli sayfası eksik olarak bitiyor.
Bilmiyorum. Beni sarmadı bu kitap :/
Yine de farklı bir şeyler okumak için değerlendirilebilir...
Ev, Stockholm polisi tarafından gözaltında tutuluyordu. Günün birinde, bir patlama oldu evde. Birkaç kişi alevler arasında hayatını yitirdi. İşin içinde kundakçılık mı vardı? Cinayet mi? Yoksa bir kaza mıydı bu? Daha önceki bir intihar olayıyla ilgisi neydi?
Bence...
Bu kitap hakkında yorum yapmak biraz zor nedense.
Belki olaylar İskandinav ülkelerinde geçip benim kendi adıma çok da aşina olmadığım iklim ve insanları konu ettiğinden, belki isimlerin söylenişleri dahi kulağıma yabancı geldiğinden, belki de hiç pik yapmayıp hep aynı seviyede sürüp giden tempo yüzünden.
Ortada biri kasten diğerleri istemeden olmak üzere 3 ölüm var ve ölümlerin başta görünen sebebi bir evde çıkan yangın. Stockholm polislerinin olayı aydınlatmak için yaptıkları çalışmaları izleyip olayın dalga dalga büyümesini okuyoruz. Bu sırada da her bir polisi tanıyoruz. Amiri tarafından sürekli itilip kakılan hırslı çaylağı, iş arkadaşları tarafından pek sevilmeyen kaba ama iç güdüleri sağlam devi, ailesiyle mutlu bir hayat sürdüğünü sandığı halde hayatındaki eksikliği gideremeyen iyi adamı tanıyoruz.
Galiba beni kitaba en çok yaklaştıran karakterler oldu. Karakterler hakkında da tek bir sıkıntı var. Koskoca polis teşkilatında bir tane dahi kadın yok. Yanlış hatırlamıyorsam olaylar günümüzden neredeyse yarım yüzyıl önce geçiyor ama insan yine de bolca hayat kadınının görünüp kaybolduğu kitapta sekreter dahi olsa başka bir kadın karakterle karşılaşmak istiyor.
Bu arada algıda seçicilik mi bilemiyorum ama en çok hafta sonu gelince soruşturma ne kadar acil olursa olsun işi gücü bırakıp hafta sonu tatiline çıkan polislere takıldım. :) Malum hem alışık olduğumuz Amerikan hem de Türk yapımlarında iş bitmeden mesai bitmez :) Her neyse.
Karakterler dışında olaylar yüzeysel, heyecandan yoksun. Karmaşık ilişkiler yumağına girilerek çok daha büyütülebilecek hikaye sanki son elli sayfası eksik olarak bitiyor.
Bilmiyorum. Beni sarmadı bu kitap :/
Yine de farklı bir şeyler okumak için değerlendirilebilir...
Esrâr-ı Cinâyât
Arka Kapaktan:
Bence...
Son bir senedir, özellikle şu süpermarketlerde bolca ve uygun fiyatlarla kitapları bulunan ve hemen hemen her türde bolca kitap basan belli bir iki yayın evinin kitaplarını okumaya başladıktan sonra yeniden kitap okumak istemediğimi fark ettim. Hani soğuk bir yemek yedikten sonra nasıl ağzınızda kötü bir tat kalır da bir lokma daha almak istemezsiniz, işte öyle, ağzımın tadını kaçıran kötü yazarlar ve kötü kitaplar yüzünden okuyamaz oldum ben de.
Bu kitap benim için yeni bir merhaba oldu. Bundan seneler evvel okuduğum kitabı bir kere daha çıkardım raftan.
Polisiye türünün edebiyatımızdaki ilk örneği sayılan kitap kendinden neredeyse 150 yıl sonra basılan kitaplarla rahat rahat rekabet edebilecek kadar ilginç, kurgusu akıllıca. Hafiften bir Sherlock Holmes havası estiren Osman Sabri'nin maceraları sürükleyici. :) Dili Osmanlıca'yla epeyce içli dışlı olduğu için bazı bazı zorlasa da cümleler çevirilerde sık sık rastlanan anlamsız, amaçsız kelime öbeklerinden kat be kat daha duru ve anlaşılır.
Son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan biri.
Tavsiyedir efenim :)
Ahmed Mithat Efendi'nin yazınımızda polisiye romanın ilk örneği sayılan Esrâr-ı Cinâyât (Cinayetlerin Sırrı) romanı, hem sürükleyici konusu, hem de yazarın kendisine özgü anlatımlarıyla dikkati çekmektedir. Bir gazetenin cinâyet haberiyle başlayan zekî ve becerikli müstantik (polis dedektifi) Osman Sabri, kılık değiştirme ustası olan yardımcısı Necmi ve kendisini halkın sesi olarak gören *** gazetesi yazarının çabalarıyla, yüksek düzeydeki bir görevlinin koruduğu kalpazan çetesinin ortaya çıkarılmasıyla sonuçlanan yapıt, yayımlandığı dönemde olduğu kadar bu gün de ilgiyle okunacak bir ustalıkla kaleme alınmıştır.
Bence...
Son bir senedir, özellikle şu süpermarketlerde bolca ve uygun fiyatlarla kitapları bulunan ve hemen hemen her türde bolca kitap basan belli bir iki yayın evinin kitaplarını okumaya başladıktan sonra yeniden kitap okumak istemediğimi fark ettim. Hani soğuk bir yemek yedikten sonra nasıl ağzınızda kötü bir tat kalır da bir lokma daha almak istemezsiniz, işte öyle, ağzımın tadını kaçıran kötü yazarlar ve kötü kitaplar yüzünden okuyamaz oldum ben de.
Bu kitap benim için yeni bir merhaba oldu. Bundan seneler evvel okuduğum kitabı bir kere daha çıkardım raftan.
Polisiye türünün edebiyatımızdaki ilk örneği sayılan kitap kendinden neredeyse 150 yıl sonra basılan kitaplarla rahat rahat rekabet edebilecek kadar ilginç, kurgusu akıllıca. Hafiften bir Sherlock Holmes havası estiren Osman Sabri'nin maceraları sürükleyici. :) Dili Osmanlıca'yla epeyce içli dışlı olduğu için bazı bazı zorlasa da cümleler çevirilerde sık sık rastlanan anlamsız, amaçsız kelime öbeklerinden kat be kat daha duru ve anlaşılır.
Son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan biri.
Tavsiyedir efenim :)
14 Temmuz 2015 Salı
Karanlıkta Koşanlar
Hakkında yazmak istediğim ilk konu eski bir dizi.
2001’de TRT’de
yayınlanan dizinin adı Karanlıkta Koşanlar. Senaryo Uğur Yücel ve Ahmet Ümit’e
ait. Yönetmen koltuğunda Uğur Yücel var. Başrollerde ise (yine :) ) Uğur Yücel, Haluk Bilginer, Köksal
Engür var ama kadro bu isimlerle sınırlı değil. Sonralarda epey büyük rollerde oynamış iyi oyuncuların çaylaklık halleri de görünüp kayboluyor arada bir.
Dizinin kahramanları üç eski arkadaş. Aynı semtte, Kalamışta
doğup büyümüş, aynı semtte okumuş, aşık olmuş ve arada sırada kopsalar da
birbirlerini hiç bırakmamış “Üç Silahşör” ün öyküsü bu.
Hayatı gecelerde geçen müzmin
bekar Ali, karısı öldükten sonra kendini işe güce vermiş Fikret ve hayattaki
tek varlığı, karısı, kaza sonucu katatonik hale geldikten sonra dünyaya küsen ve
ortalardan kaybolan Nevzat. Bu arada Nevzat’ın mesleği polislik, kendisi
Başkomiser. J Bilmem tanıdık geldi mi.
Bir akşam evine dönüş yolundaki Ali, Beyoğlu'nun arka sokaklarında, uzun zamandır ortalarda görünmeyen Nevzat’ı buluyor. Kendini alkole vermiş Nevzat'ın ortaya çıkmasıyla başlayan öykü, Emniyet'i sarsan vahşi cinayetlerin işlenmesi ve Nevzat’ın davaya yardım etmek üzere, biraz da Ali ve Fikret'in zorlamasıyla, göreve
çağrılmasıyla devam ediyor.
Bu üç arkadaşın hüzünlü hikayesini, dedektif olan Ali’nin annesi
Dürnev Hanım anlatıyor.
Dürnev Hanım da Kalamış’ın eskilerinden.
Polisiye yazarı ve işinde de hayatı tez
konusu olacak kadar iyi. Dürnev Hanım, öyküsünü onunla görüşmeye gelen tez
öğrencisine anlatırken biz de dinliyoruz.Üç Silahşor'ün üzerinde dolanan kara bulutlar her yeni
bölümde yeni yeni cinayetler getiriyor. Öykü ilerledikçe yeni cesetler ve
kanıtlar ortaya çıkıyor. Şüpheler yön değiştirip kafa karıştırıyor.
Ortalara bir yerlere geldiğinizde bir de
bakıyorsunuz ki hemen hemen herkesten şüphelenmişsiniz. Her biri yaklaşık 35-40
dakika süren 10 bölümün ardından öykü sürprizlerle dolu bir final yapıyor.
Dizi maalesef yayınlandığı dönemde pek ilgi görmediği için
bir sezonda bitirilmiş. Oysa bana kalırsa Türkiye’de çekilmiş olan en iyi
polisiyelerden bir tanesi. Hem senaryo, hem oyunculuk (kadrodan da
anlaşılabileceği üzere) şahane.
Eksik yönleri yok mu? Tabii ki var. Oyuncuların karakterlere
uyum sağlamak için biraz daha zamana ihtiyaç duyduklarını hissettiren bazı ufak teklemeler, montajdaki aksaklıklar, ya
da sesteki dalgalanmalara rağmen yapımın artılarının yanında bu aksaklıkları görmezden
gelmek kolay oluyor.
Maalesef dizi ne DVD'lerde, ne de kanalların internet sitelerinde mevcut. Yalnız ne şans ki 10 bölümün tamamı, görüntü kalitesi her ne kadar düşük olsa da, Youtube'da mevcut. İlk bölümün ilk parçasını da yazının sonuna ekledim. Olur da göz atmak isterseniz diye.
Türün meraklılarına kesinlikle tavsiyedir. Bir gün yayın
hakları yüzünden siteden kaldırılabilir. Onun için elinizi çabuk tutun derim. :)
Eveeet ..
Mavi deftere yazılacaklar şimdilik bu kadar.
Sonraki sayfada görüşmek üzere,
Sevgilerle. :)
Etiketler:
dizi,
izlediklerim,
karanlıkta koşanlar,
polisiye
Başlıyoruz...
Selamlar,
Sözde sitede değişiklikler olacaktı ama maalesef olamadı. Yalnız şablon değiştirmekle kaldık ya olsun bakalım. Değişiklik iyidir.
Bu arada kendi çapımda yazdıklarıma bakınca epeyce köreldiğimi fark ettim. Bu yüzden yeni bir şeyler yapmaya karar verdim.
Çevremde polisiye konusuna meraklı çok insan yok, bu yüzden
çok konuşma fırsatı bulamıyorum bu türdeki yapımları, onun için bundan sonra
aklıma gelen ya da okuduğum, izlediğim ne varsa küçük birer yazıyla burada
dilimin döndüğünce anlatmaya karar verdim.
Aslında amaç blog
yazısı yazmaktan ziyade kendim için küçük bir fihrist oluşturmak, hem de paslanmış kalemimi az da olsa çalıştırma imkanı yaratmak.
Bu arada.. Her türlü öneri ve eleştiriye açığım. Yeni kitap, yazar, dizi
, film her ne olursa yorumlarda ya da mail ile bana ulaştırabilirsiniz.
Haydi bakalım… Başlıyoruz.
Vira Bismillah.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)