1 Nisan 2013 Pazartesi

Bahar


Suna Hanım her günkü gibi sabah ezanıyla uyandı. Besmele çekip yatağından çıktı, kireçlenme yüzünden sertleşmiş eklemlerini zorlayarak önce banyoya gitti. Sızlayan ellerini, çatlak ayaklarını yıkadı soğuk suyla. Pembe mine oyalı havlusuyla yüzünü kuruladı, kahverengi elbisesini giydi, tülbendiyle beyaz saçlarını gizleyip pembe iplikle işlenmiş etamin seccadesinin üzerinde namazını kıldı. Gün ağarana dek doksan dokuzluk tespihi elinde, küçük sokağın açıldığı meydanı, meydana giren çıkanları, bakkala gelen ekmek kamyonunu, kasabın çöpünü eşeleyen sokak kedilerini, meydanın kenarındaki ağaçları şenlendirmiş nisan çiçeklerini izledi.

Nihayet yerinden kalktı, mantosunu giyinip bakkala gitti. Her gün yaptığı gibi gazetesini aldı, meydanın diğer ucundaki parkın en ucundaki banka oturdu. Cebinden çıkardığı yakın gözlüğünü gözündeki ile değiştirip gazeteyi açtı. Her gün radyoda dinlediklerini bu defa sayfalardan okudu.

Sayfaları üstün körü geçerken nüfus istatistiklerini veren bir habere takıldı gözleri.

Doğumlar ve ölümler birer sayıdan ibaretti sarımsı gazete yaprağı üzerinde. Her biri birer müjde olan bebecikler , ocaklarda ateş olmuş kayıplar birer artı demekti sadece. Bir kasa domates ya da bir çuval kömür demek gibi bir şeydi insanları böyle sayılara dökmek. O sayıların içinde kendi yuvasından gelip geçmiş canlar da vardı. Onları insanlıktan çıkarıp, isimlerini, kimliklerini on tane rakama sıkıştırmış olanlara kızamadı. Belki de onlar böyle acılar yaşamamışlardı.

 Dalgın gözlerini fikirlerinden çıkarıp önündeki kağıda dikti yeniden.

Mevsimlere göre ölüm sayıları verilmişti bir köşede. Kendisinin o sayılar arasında ne zaman yer alacağını merak ederek okudu rakamları. Bahar aylarında intihar oranlarının arttığını haber veren minik puntolar üzerinde gezindi gözleri. İçindeki incecik bir sızı cız etti. Ne acı bir haberi ne önemsiz bir şekilde veriyordu duygudan yoksun kelimeler. Bir canın kurtuluş yolu bulamayışını ne de yavan bildiriyordu. Yalnız sonunda küçük bir soru soruyordu. Neden bahar aylarında artış gösteriyordu bu sayılar?

Değil mi ya? Güneş gülümsemeye başlamış, bütün hayat baştan cana gelmişken, her bir yan bahara bürünmüşken nasıl vazgeçebilirdi insan yaşamaktan? Hele ki nisansa aylardan nasıl umutsuz olabilirdi insan?

O tek soruyu soran her kimse, belli ki hiç sıkıntı çekmemişti. Belli ki bilmiyordu insanın gözlerinin önünde yaşanan ne olursa olsun mühim olanın yüreğinin içindeki mevsim olduğunu.
Bilmiyordu ki çiçekler açsa da, bahar yağmurları havayı, toprağı  denizleri yıkasa da bazen bir yüreği yıkamaya yetmezdi. Bilmiyordu ki bazen bahar insanın içindeki kışı bitirmeye yetmez, hatta belki o yüreği biraz daha soğuturdu.  Bazen ne haftaların, ne mevsimlerin ne de yılların yaraları iyi etmeye faydası olurdu.

Suna Hanım sol gözünden kırışık yanağına inen tek damla yaşı  elinin tersiyle sildi. Gazeteyi katlayıp mantosunun cebine koydu. Dönüşte bakkala uğradı, taze ekmeğini, günlük sütünü aldı. Sütü kasabın kapısında bekleşen kedilerin önündeki çanağa döküp depozitolu şişeyi elindeki poşete attı.

O sabah çayı demleyip kahvaltı masasında otururken kızının karşı duvarda asılı duran resmine bakamadı.