16 Mart 2012 Cuma

Sen Neredeydin???

 


Sabah uyanmış, envai çeşit kazağının içinden birini beğenip giymiş, sıcacık servisinle iş yerine ulaşmışsın. İşe başlamadan sıcak poğaça ve çayla kahvaltını edip bir de sigaranı içmişsin. Kan şekerin yüksek, keyfin yerinde. 

Öyle memnunsun ki halinden. 

Sonra, aslında her açtığında içini sıktığı için çok da göz atmadığın bir haber sitesini açıyorsun. Her zamanki haberlere göz gezdiriyorsun. Kan, gözyaşı, dünyanın muhtelif yerlerinde devam etmekte olan savaşlar. Bunun için televizyon bile izlemiyorsun artık. Elinden hiçbir şey gelmiyor çünkü. Dünyayı yönetmekte olan muazzam çarkların içinde bir vida bile değilsin. Senin yapacağın hiçbir eylem o çarkların dönüşünün hızına dahi etki etmeyecek. Elinden bir şey gelmediği için nefret ediyorsun bu haberleri okumaktan.

Yine için sıkılıyor, farenin orta tuşuna asılıp aşağılara iniyorsun.

Önceki akşamın maç sonuçları, 1 ayda bilmem kaç kilo verebilirsin reklamları. Sonra hepsinin arasında, hep üçüncü sayfa haberlerinde görmeye alıştığın puntolarda bir haber başlığı takılıyor gözüne: “ÖLÜME GÖTÜREN YOKSULLUK.”

Sayfayı istemeye istemeye açıyorsun. ‘Boş ver, yine üzüleceksin, açma o sayfayı’ diyor içindeki ses. Dinlemiyorsun.  

Belli ki bir kimlikten ya da başka bir resmi evraktan alınmış, köşesi mühürlü vesikalık bir fotoğraf çıkıyor karşına. Kim bilir o sırada aklından neler geçerken dalgın gözlerle bakan bir kadının resmi. Yanındaki haberi okumaya başlıyorsun. 

Çocuklarını ısıtabilmek için oduncudan rica minnet aldığı odunları ıslak diye yakamayan bir kadından bahsediyor haber. Evinde yiyecek yemeği olmayan, belki de son kalan gücünü o evi ısıtayım diye harcayıp en sonunda pes eden bir kadını anlatıyor. Haberi okumaktan ziyade, izliyorsun. Isınsın diye çocuğunun elinde kurutma makinesini tutuşturan kadını görüyorsun, başındaki yemeninin uçlarına gözlerini siliyor, sonra çocuklarını orada bırakıp kendi canına kıyacağı arka odaya geçiyor.

 Bir vakit sonra annesini aranan altı yaşındaki çocuğun ağlaya ağlaya merdivenlerden inişini okurken hıçkırmak geliyor senin de içinden. 

Kadını, çocuğu, yoksulluğu, en çok da çaresizliği düşünüyorsun… Bomba patlıyor sanki kafanın içinde, ruh halin aklın allak bullak oluyor. 

Az evvel poğaçanın yanında içtiğin çay ağzına geliyor. Miden bulanıyor. Kadın fotoğraftan sana bakıyor hala. ‘Sen neredeydin o sırada?’ diyor sanki. Cevabın yok. 

İnsanlıktan, insanlardan umudunu keseli çok oldu ya, kendinden umut kesmemiştin şimdiye kadar. Hala elinden geleni yapıyormuşsun gibi hissediyordun.  Meğer sadece kendini kandırıyormuşsun. Evindeki deste deste kitapları, sıra sıra ayakkablıları, sigara dumanıyla havaya savurduğun paraları hatırlıyorsun. O paraya ölümden dönecek hayatlar varmış bak. Anasızlığı tatmayacak bir çocuk varmış. Bulantı artıyor. Kendinden, insanlardan tiksiniyorsun.

İçindeki ses ‘sorumlusu sen değilsin’ diyor susturuyorsun. Elbette sensin!!!  Buna sebep olanlardan birisin!!!  En son ne zaman kafanı gömdüğün kumdan kaldırıp dışarı baktın? Dönen çarklara küfretmek yerine yerinden kalkıp o düzeni durdurmayı denedin? En son ne zaman kendinden başka birinin aç olup olmadığıyla ilgilendin? En son ne zaman kendi hayatının karanlıklarına odaklanmış bencilliğinden sıyrılıp başkalarının hayatlarına bakmaya yeltendin???? 
Öfkelisin. Herkese, herşeye. En çok da kendine!

Kalabalığı, insanları boşver, sen, birey olarak sen, en son ne zaman bir şeyler yaptın çaresizler için????

Kusmak üzeresin.

Az sonra mesai arkadaşlarından biri sigara molası için yanına uğruyor…  
içinden cevap vermek bile gelmiyor….

12 Mart 2012 Pazartesi

Kays


Kays çöllere düştüğünde Leyla vardı dilinde. İçinde güneşin sıcağını unutturan yaman bir ateşle yürüdü.  Dışını güneş kavururken onun acısını hissetmeden, içi sevdasının susuzluğundan kavrularak yürüdü. Bir Leyla’yı bilip, geri kalan ne varsa unutup öyle yürüdü. Öylesine kayboldu ki aşkının içinde, kendini unuttu, kim olduğunu unuttu. Kays olmaktan çıktı. Elin dilinden önce kendi gönlünde mecnun oldu.  Mecnun Kays’ı unuturken, Kays’ın sevdasını, kara gözlü Leyla’yı da hatırlamaz oldu. Aşkı Mecnun oldu olalı gönlünde büyüyüp duran başka bir sevgiliye tutuldu.

Kays’ın aşık olduğu dilberin güzelliği bir damla idi Mecnunu sarıp sarmalayan deryanın yanında.  Kays’ın hasreti serin bir meltem kalırdı yüreğinde güneşin bir eşini taşıyan Mecnun’a. Kays’ın Leyla’sı da çok severdi belki, ama onun sevgisi tek bir buğday tanesi idi Mecnunun düştüğü başak tarlasında.

Kays aşka düşmüş bir adem idi, Mecnun ademliğini unutmuş bir aşık oldu.

Gün oldu, Kays’ın Leyla’sı Mecnun’la buluştu... Mecnun Kays’ın Leyla’sını bilmezdi, Leyla sevgilisinin gözlerinden bakan yabancı adamı.  İki yabancı vedalaşıp ayrıldı. Mecnun sevdasına kavuştu mu bilinmez, çölde can vermiş Kays’ın yasını tutmak biçare Leyla’ya kaldı

*
:) 
karlı kış akşamlarına selam olsun...