8 Aralık 2017 Cuma

Broadchurch

Konu: "A seemingly calm and friendly seaside town becomes a town wrapped in secrets when the death of an eleven year old boy sparks an unwanted media frenzy. As the town's locals start to open up about what they do and don't know, it falls upon the police to catch the supposed killer."

Bence... Yani aslında senaryo öyle çok da orijinal bir konu sunmuyor. Klasik "Whodunnit?"(Katil kim?) temalı bi dizi. Bi cinayet ve türlü türlü şüpheli var. Acar polislerimiz son ana kadar katili bulmaya çalışıyor.

Gelgelerim konunun işlenişine...

Bir kere mekan İngiltere. Çekimler Portishead-Bristol'de yapılmış.Mekan alabildiğine dram kokulu, rüzgarlı, denizi dalgalı bir sahil kasabası. Zaten dizide sık sık denizi görüyoruz. Belki dizinin bi başrol oyuncusu değil ama kesinlikle önemli bi yanrolde o güzelim deniz. Her yanda şahane doğa manzaraları, birbirinden güzel gün batımları, gün doğumları.

Sonra hikayenin karakterleri.

Başroldeki iki polisten biri (Alec Hardy-David Tennant), kasabaya yeni gelmiş, süngüsü düşmemişse de epeyce hırpalanmış deneyimli bir polis. Ortağı da (Ellie Miller-Olivia Colman) adam gelmemiş olsaydı o pozisyona terfi edecek olan bir kadın. İkili birbirine olabildiğince ters. Olay yerinde gözleri dolan, eşini ailesini her şeyden çok seven sevecen kadının ve hayatın sillesini yemekle kalmamış, onunla bayağı kafa göz kavgaya girişmiş, yorgun ve asabi adamla uyumlu çalışabilmeleri neredeyse imkansız gibi.

Kasaba sakinleri de başka bir alem. Herkes görünürde pek mutlu mesut yapşıyor ama dizi ilerledikçe görüyoruz ki her birinin geçmişi ayrı çetrefilli. En dürüst görünen karakterin bile üç beyanından ikisi yalan.

Velhasıl kelam her sahneden başka bir şüpheli mesele çıkıyor karşımıza. Broadchurch gibi hikaye de sisten pustan sıyrılmıyor bir türlü.

8 bölüm boyunca soluksuz izliyoruz yalanlarla kuşatılmış hayatları.

Ha 3 sezon ve 8'erden toplamda 24 bölüm değil, 124 bölüm olsa izler miyiz? Hep böyle gidecekse izleriz tabi.

Başroldeki sevgili 10. doktorumuz, David Tennant'ı anlatmaya, ayanı beyana lüzum görmüyorum. Seviyoruz kendisini. İskoç aksanıyla 'Sanbroh' deyişine gülümsemekten kendimizi alamıyoruz.
İkinci başrol Olivia Colman, aşina olsak da tam olarak çıkaramadığımız bir yüz. Ama o ne güzel oyunculuk, o ne tatlı, ne nahif bi insan. Kadın ağlarken sarılası, önüne sıcak bi bardak çay koyup teselli edesi geliyor insanın.

Uzun uzun yazdım biliyorum ama daha söylemek istediklerimin yarısını yazamadım.
Polisiye dediğin illa ki karanlık sokakta kötü adamı kovalayan acar polis değil. Bunun gibi draması, karakter çalışması derin hikayeler diğer türlüden daha çok keyif veriyor.
Şöyle tarif edeyim, televizyondan dizi takip etmekten hoşlanmayan aile bireyleri tarafından bir gecede 5 bölüm izlenerek rekor sahibi olmuştur efenim bu yapım.

Ben bu diziyi listemde 'True Detective'in bir üst basamağına koyuyor, IMDB'den aldığı 8.4 puanı kendi gönlümde 9.4'e çekiyorum.

Tavsiyedir. Israrla izleyiniz.





26 Eylül 2017 Salı

Trendeki Kız - Paula Hawkins

Arka Kapaktan...

Sadece Amerika’da ilk 6 haftada 230.000 adet satıldı. New York Times Çok Satanlar listesine, çıktığı hafta 1.sıradan giriş yaptı ve hâlâ 1.sırada. 
 Amazon ve Goodreads’de  Ocak 2015’in En İyi Kitabı seçildi. Washington Post, iBooks Çok Satanlar listelerinde 1. Sırada. Rachel her gün aynı trene binip aynı çifti izliyordu. Çiftin başına gelenleri bütün ülke duyduktan sonra, hayatlarına dâhil olmaya karar verdi. “Büyüleyici, sürükleyici, üst seviye bir gerilim. Mutlaka okuyun!” –S.J. Watson “Hem karakter yaratımı hem olay örgüsü muhteşem, harika bir kitap! Yeni neslin Alfred Hitchcock’u.” –Terry Hayes “Zeki, gerilim dolu ve baştan aşağıya sürükleyici bir roman.” –Lisa Gardner “Aklınızı başınızdan alacak, zekice yazılmış bu psikolojik-gerilim romanı hem muhteşem hem de tren enkazı kadar korkunç!” –Publishers Weekly. “Nefesleri kesen bir ilk roman. En dikkatli okurlar bile, Hawkins olayları teker teker açığa çıkarıp, aşkın ve takıntının şiddetle olan kaçınılmaz bağını ortaya koyarken şaşırmaktan kendilerini alamayacaklar.” –Kirkus “Trendeki Kız, her şeyi anladığınızı düşündüğünüz an sizi farklı bir sürprizle karşılıyor.” –Entertainment Weekly

Bence...

Kendini bu kadar öven kitabı nerede görsem kaçardım, neye aldandım da aldım okudum bilmiyorum.
Olayların arasında kadının hayat hikayesini okumuyorsunuz,  kadının mızmızlanmalarını dinlerken aslında hikaye olmayan bir hikayenin detaylarını öğreniyorsunuz.

Çocuksuz ve kocasından ayrılmış alkolik bir kadın 300 küsür sayfa boyunca konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor.

Ya da altta çok başka detaylar var, edebi yapı, kurgu.. benim anlayamayacağım kadar üst seviyede.

Ha ben aynı yazardan başka kitap okur muyum? Hiç sanmam.

Tavsiye filan değildir. Gördüğünüz yerde kaçın.

16 Mart 2017 Perşembe

Oğullar ve Rencide Ruhlar - Alper Canıgüz

Arka Kapaktan : 

Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar. Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşıyordum. Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kar. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minibüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı.

Bence...

Çok geç kalmışım çok. Uzun zamandır kitap okumuyordum. Açılışı Malta Şahini gibi bir polisiye klasiği ile yaptıktan sonra dilimizden bir kitapla devam etmek uzun zamandır süren okuma isteksizliğini kıran en etkili çözüm oldu. 

Kahramanımız Alper 35 yaşındaki bir adamın ya da hani o 1940-50'lerin film noir - kara film- lerinde gördüğümüz dedektiflerin  5 yaşında takılıp kalmış hali. Hayat hakkında aforizmaları, depresyona meyilli ruh halleri ve belki de adamakıllı yerinde narsizmiyle, çocuk olmakla pek ilgisi yok. 5 yıllık ömrünün en büyük derdi, can sıkıntısı ve mahalledeki çocuklara kök söktüren bir serseri. İkincisini kolaylıkla, ilkini ise pek beceremeden idare ediyor. Hayat onu mahallelerinde işlenen bir cinayetle burun buruna getirince peşinde düşmekten başkası gelmiyor aklına. Bir yanda Erzurum'a tayini çıkan babası, bir yanda mahallenin kabadayısı, öbür yanda bir cinayet.

Çok eğlenceli, altı çizilecek cümleler ve tespitlerle dolu bir kitap. Ne yardan ne serden, ne konudan, ne dil bilgisinden geçmiş adam. Ben çok sevdim. Diğer kitaplarından devam.

Tavsiyedir efenim :)