18 Haziran 2012 Pazartesi

Çalı ve Kırlangıç


Kocaman bir düzlükte tek başına büyüyen küçük çalı parçasının hikâyesidir bu...

Çalı dediğini sevmez kimse. 

Gölgesi yoktur ki altına sığınasın, yaprağı dalı yoktur ki başının altına yastık edip uyuyasın, çiçeği gülü olmaz ki güzelliğini görüp seyrine dalasın... Bir dikeni vardır, bir de kuru dalları, sevsen sevilmez, elini uzatsan kanatır, dokunamazsın.

İşte öyle, hikmetinden sual olunmaz, Yaratan'ın sonsuz rahmetinden nasiplenip dünyaya gelmiş, kimseye görünmemek için daha tohumken kaçıp uzaklara, kuş uçmaz kervan geçmez bir düzlüğe saklanmış bir çalı parçası varmış.
Yağmur yağmış, güneş açmış, derken bozkırda büyümüş, boy atmış, güneşin altında yaşayıp gider olmuş çalıcık.

İç çeke çeke, uzaklara baka baka yaşayıp gidermiş bu garip. Arada bir tepesinden uçup giden kuşlara takılırmış gözleri. Sonra yere inermiş ister istemez. Kuş dediğin tohumunu yiyemediği, gölgesine sığınamadığı arkadaşı neylesin.
Bazı bazı, "bir meyvem olaydı bari" dermiş... "hiç olmazsa beslediğim, gözümden sakındığım can yoldaşım bir meyvem olaydı"

Gel zaman git zaman, serzenişleri de tükenmiş çalının. Bakmış ki ağlamanın çaresi yok… Bırakmış kendini. Rüzgâr savurmuş, güneş yakmış, çalının kökleri toprağa gitgide daha derine iner olmuş. Boş vermiş çalı her şeye. Kökleri toprağı kavrasa, topraktan özsuyu içip dursa da, gayreti yokmuş. hep bir alışkanlıkla, elinde olmadan yaşar olmuş…

Bir vakit sonra, bir kırlangıç sürüsü geçmiş üzerinden. Çalıcık gözlerini dikip bakmış sürüye. Kanat çırpmalarına dalıp gitmiş.  Tam o sırada "puff" diye bir ses duymuş. Bir de bakmış ki kırlangıçlardan biri hemen dibinde yatıyor. Nasıl güzel, nasıl alımlı. Gökteki güneşe sövmüş içinden. "ne vardı bu kadar parlayacak"

Sıcaktan yorgun düşmüş kırlangıcın üzerine doğru uzanmış. O yapraksız, diken diken dallarını uzatmış elinden geldiğince ki biraz ferahlasın dermansız kırlangıç. Toprağın derinlerine yürümüş olan köklerinden birini binbir çabayla azıcık dışarı doğru uzatmış ki, baygın kırlangıç uyanınca kuru dallarında bulamayacağı can suyuna ortak olsun.

Aradan zaman geçmiş. 2 gün ve 2 gece sonunda kendine gelmiş güzel kuş. Boynunu binbir zahmetle hareket ettirmiş. Hemen dibinde topraktan çıkmış olan kökü fark etmiş. Uzanıp zar zor geçirmiş gagasını. Çalıcık canı yansa da of dememiş, kırlangıç çalının kökünden beslenmiş, sonra baygın düşmüş yine.
Küçük çalıcık, kuş kendine gelir diye gözünün içine bakmış. Kuruyan o tek kökün yanına toprağın derinliklerinden bir kök daha çıkarmış.2 günün ardından yeniden gözlerini aralamış güzel kırlangıç. Biraz daha azimli, uzanıp o diğer kökü de gevelemiş gagasının arasında.

Çalı her kuruyan kökünden sonra bir başkasını feda etmiş güzel arkadaşı için.
Yalnız günler geçerken o aslında kuru sandığı bedeninin asıl şimdi kurumakta olduğunu fark etmiş. Serin topraktan yeryüzüne çıkardığı kökleri toprağın bereketinden uzaktayken canı da arkadaşının çektiği suyla birlikte çekilmekteymiş.

Böyle böyle günler geçmiş. Kırlangıcın başlarda feri sönen gözlerine can gelmiş.
Bir sabah, gökyüzünden başka bir kırlangıç sürüsü geçerken kırlangıç kendine gelmiş. Başını kaldırıp akrabalarını izlemiş. Kanatlarını şöyle bir titretmiş, bir iki çırpınışın ardından hızla mavi göğe yükselmiş.
Tepesindeki güneşe, ılık meltemin sıcağına rağmen titreyerek uyanmış çalıcık.  Her sabah yaptığı gibi toprağın altından bir kökünü daha dışarı çıkarmaya yeltenmiş, becerememiş. İyiden iyiye dermanı tükendiğinden bir türlü kendi dallarına söz geçirememiş. O zaman anlamış artık hayatının sona ermek üzere olduğunu. Kararan gözlerle artık kuru birer çöpe dönüşmüş köklerine bakmış. Canının gitmekte olduğuna değil, artık arkadaşına can veremeyeceğine hayıflanmış.

İşte o zaman bulmuş titremesinin sebebini. Güneşi perdeleyen kuru dallarının altındaki boşluğa dolan havayı hissetmiş. Kırlangıcın saatler önce yatmakta olduğu yerde arkadaşından iz aramış, bulamamış.  Ömründe bilmediği bir acı duymuş. Ömründe üşümediği kadar üşümüş kızgın güneşin altında. Bozkır ayazında kalmış gibi buz kesmiş dallarında kalmış bir iki damla can suyu.

Ne arkadaşının nereye gittiğini merak etmiş, ne de neden gittiğini. Yalnız üşümüş.

Rüzgâr günlerdir ılık ılık estiği yeryüzüne dikmiş gözlerini. Cansız çalıcığı görmüş önce, sonra altındaki boşluğu.
Bulutları pamuk tarlası gibi savuran amansız kollarını yeryüzüne indirmiş, o uçsuz bucaksız düzlükte ne varsa önüne katarken, çalıcığın cansız bedenini de toprağın altında kalmış son bir iki kökünden kurtarıp kucakladığı gibi havalara kaldırmış.

Küçük çalıcığın cansız bedeni hayattayken hayalini dahi kuramadığı kadar yükseklere, o günün sabahında kırlangıcın çıktığı ufuklara çıkmış. Sanki kanatları varmış gibi süzülmüş boşlukta. Rüzgâr estikçe esmiş, çalıcığı büyüdüğü topraklardan çok uzaklara taşımış.

Gri bulutlar rüzgârın öfkesini dindirmiş neden sonra, rüzgâr usul usul çalkalanmakta olan denizin üzerine bırakıvermiş çalıcığı uyuyan çocuğunu yatağına yerleştiren bir anne gibi. Engin okyanus şefkatle üstünü örtmüş küçük çalının, çalı ağır ağır ömrü boyunca özlediği serin sulara gömülürken nihayet dayanamamış bulutlar, çalıyı incitmekten korkar incecik gözyaşlarıyla ağlamaya başlamışlar...

 
2005-2012
Sarı bozkıra ve hasreti, mavi deryaya selamdır.

2 yorum: