21 Eylül 2010 Salı

Yazmak

Öylesine yazdım.

- * -


Dağınık masasının üzerinde duran evrak sepetinin içinden bir kâğıt daha çıkarıp emektar daktilosuna taktı. R harfi hep takılan, mürekkepli şeridi durmadan geriye saran, dişlisi eğildiği için A harfini ancak küçük harf olarak basan bu külüstür, ne kadar yaşlanmış olsa da bakımevine bırakamayacağı bir ebeveyn gibiydi.


Önünde duran bu kırık dişli canavar, kendi daha dünyaya gelmeden önce babası tarafından kullanılıyordu. Daha sonra, yani kendisi on üçüne basıp da, babası da onun doğum gününden birkaç hafta sonra buzlanmış yolda kaza yaptığında bütün evle birlikte önünde duran şu biçimsiz canavar da ona kalmıştı.


O günden beri yazıyordu. Durmadan, duraksamadan…


Başlarda suç işler gibi saklamıştı yazdıklarını. Utanmıştı nedense.


Ev sessizleşir sessizleşmez soluğu babasının odasında alıyor, parmak uçları acıyıncaya dek, ne yazdığını pek de fark etmeden, daktilonun o ritmik tıkırtısı kafasının içindeki gürültüleri susturuncaya dek yazıyordu. En nihayetinde, ellerini hissetmez olunca dönüyordu odasına. Olay yerinden suç aletini kaçırır gibi, henüz kâğıdın üzerindeki mürekkep kurumadan terk ediyordu sahneyi.


Her yazdığını defalarca okuyordu. Beyaz kâğıdın o tozlu kokusunu ciğerlerine çekip, ellerinin her yanı kağıt kesiği oluncaya kadar okuyordu. Parmaklarını pütürlü, kalitesiz kâğıtta; i harfinin noktalarının bıraktığı simsiyah oyukların, suskun noktanın, geveze virgülün üzerinde gezdiriyor, g harfinin hep alt komşusunun hakkına göz diken kuyruğundan hikâyeler uyduruyor, kendi kafasında alfabenin her bir harfine düzinelerce öykü yazıyordu.


Oysa bir zamanlar nefret ederdi yazmaktan. Babasını gece gündüz başında bulduğu bu tuhaf, gürültülü yaratıktan da…

Ama sonra, en iyi dostu olmuştu o canavar. Ve yazıyordu.. Sadece kendisi için yazıyordu.

Doymak bilmez bir açgözlülük ve iflah olmaz bir bencillikle, sadece kendi açlığını doyurabilmek için yazıyordu.


Çantası, kitaplarının arası ve odasının dört bir yanı başının içi gibi tıka basa doluydu. Yazmadığı zamanlarda kendi değil gibiydi. Hep düşünen, hep susan yarı ölü bir çocuk… Oysa pek sevgili dostuyla buluşur buluşmaz çözülüyordu elleri. Dili yerine söylemek istediklerini sayıp döküyordu.


Yazdıkça hızlanıyor, hızlandıkça beyninin içindekiler köpürürcesine akıyordu parmak uçlarından. Elleri şeritten bulaşan mürekkeple lekeli, kulakları tuş seslerinden çınlarken yeniden dönüyordu odasına.


Sonradan sonraya, saklamaz olmuştu yazdıklarını. Birilerinin okuması ya da okumaması… Umurunda değildi çünkü. Yazdıklarını beğenenler de olmuştu, gülüp geçenler de. Aldırmadı…


Şimdi aradan seneler geçtikten sonra… Hala yazıyordu.


Artık aynı çatının altında ondan başka nefes alan herhangi bir varlık olmadığı için , yalnız dostuyla muhabbet ediyor, kimse tarafından rahatsız edilmeden yazıyordu.


Sadece o … kağıt denizinin ortasındaki masası, kadim dostu daktilosu ve tekerlekli iskemlesinden başka eşyası olmadığı halde yazmaya devam ediyordu. Arada bir, ruhu buralarda takılıp kalmış bir hayalet olup olmadığını anlamak –ve hala yaşıyor olduğuna kendini inandırmak -için kendi kendisini çimdikliyordu. Ve yazmaya devam ediyordu.


Duramıyordu!

-------
----
--

“.. It beat now only out of habit. It beat now only because it could…”





2 yorum:

  1. okudum bitti ve sonra mailini gördüm :)
    Beğendim.. Sanki bunu yazmasan içinde kalacakmış gibi hissettim, yani içinden fırlamış çıkmış gibi yani o an aklında bu sahne ve hemen yazıya dökmüşsün.. detaylar hoşuma gitti..
    'Duramamışsın' :)

    YanıtlaSil
  2. doğru tespit dostum. :) kısacık iki cümle yüzünden öyle bir sahne belirdi aklımda. gece 12:30 - 1:20 arasında da çabucak ortaya çıktı :))
    okumana sevindim , beğendiğine de tabi :)

    YanıtlaSil